November 9, 2011

Çırak

Çocuk kütüphanesinde staja başlayacağım ya, hemen konuyla ilgili çalışmalarımı hızlandırdım. Geçen gün öğle arasında hikaye anlatımı üzerine bir seminere katıldım. Önce biraz yabancılaştım. Aslında niye yabancılaşıyorsam?!? Ama ne bileyim, hep anlatılır ya eskiden doğal ortamda, doğal olarak anlatılırmış bu tarz şeyler diye. Hatta geçenlerde Bekar Anne yazmıştı blogunda:
"...ne zaman ki bizim toplum çekirdek aileye döndü, işte o zaman bu toplum çökmeye başladı. Ninelerden, dedelerden anlatılan masalları çocuklar dinleyemez oldu, Anadolu’nun binlerce yıllık kültürü yeni nesillere aktarılamadı."
Seminerde baktım ki bu iş, meslek olmuş, dizi dizi kitapları bile çıkmış, ah ah diye iç geçirdim --sanki dedemden nenemden hikaye dinlemişliğim varmış gibi.

Ama artık her şey biraz böyle değil mi aslında? Kurslar, dersler, workshoplar, seminerler,... Hayatı yaşamıyor da okuyor/izliyor gibiyiz yalnızca. Usta-çırak iyiydi. Giriyordun yanına ustanın, bakıyordun, yapıyordun, öğreniyordun ve uzmanlaşıyordun. Sonra da felsefeni yapıyordun usta olup :) Ama ne oldu, toplu eğitim dedikleri şey geldi, 80 tane şeyi aynı anda öğrenicem diye beynin yapısını bozuyorsun. Sonra yok konsantrasyon sorunu, yok ADHD, yok disleksi, diye bir ton 'hastalık' çıkarıyorlar başına, uğraş dur ondan sonra. Halbuki ne demişler, "ne yaptığın değil, nasıl yaptığın önemli." Sevgili Evren de bir yazışmamızda demişti "hangi yolu seçtiğin değil, o yolda nasıl yürüdüğün önemli" diye. Sayesinde 'yol'larda yürürken daha bir farkında bakmaya başladım etrafıma. Yalnızca doğadaki bitkilere, yapraklara, ormanlara, ağaçlara değil, O'nun yarattığı farkındalık tırnak içerisindeki yollarda da çok işime yarıyor ;)

Neyse, diyecektim ki, hayatta arayıp durduğun, oradan oraya koşup da bulamadığın şey işte bu. Tut ucunu bir şeyin, hakkını vererek uğraş, yap. Sonra ustalaşınca çıraklarına gösterirsin, felsefeni yaparsın. Ama yok, bizde illa bir şey olunacak. Bir vasıftan çok bir titr edinilecek. Daha çok konuşulan, yüksekten atılan o titrin isimleri olacak. Nasıl yapıldığı, hangi vasıfların gerektiğinden ziyade inatla isimleri konuşulacak. I can be anything kitabını o yüzden çok sevmiştim, o büyük isimlerle inceden alay eder gibiydi.

Şimdiki sistemde, bir konuda uzmanlaşmak için ancak doktora seviyesine gelmen gerekiyor. Orda da şanslıysan istediğin --dikkat! istediğini sandığın değil, gerçekten istediğin-- alanda çalışabiliyorsun. Ancak maalesef şu karikatürdeki gibi de olabiliyor bu işler:
En azından bir 10 yıl, en enerjik olduğun, öğrenmeye en açık olduğun rahat bir 10 yıl gidiyor. Oysa ben mesela daha ilkokul 2. sınıftayken seçmiştim kütüphaneciliği --kol çalışması olarak :) Öyle minikti ki sınıf kütüphanemiz; bir de kilitliydi, niyeyse?! Ama hala gözümün önünde sınıf kitaplarımızı özenle koyuşumuz... Aradan 20 küsur yıl geçti, ne oldum? Pardon "ne oldum" demiyorduk değil mi! Tamam düzeltiyorum: ne olacağım? Haaa, kazık kadar olunca böyle diyemiyor muyduk :P Napalım, hayat her zaman istediğimiz gibi olmuyor. Bazı yollar öyle çatallı ki, insan bir girdi mi kaybolabiliyor. Neyse, sonuç olarak önümüzdeki dönem çırak olarak başlayacağım ya, şu anda yok ötesi :)

Bu arada çırak demişken, aldığım derslerde çok ilginç okumalara ve tartışmalara maruz kalıyorum. Eğitim sektörünün içinde olanlar ya da bir şekilde bağı olanlar biliyordur belki, 'geleneksel' sınıf artık tarihe karışıyor! Yuppi! Bu arada geleneksel diye adı geçen geleneksel değil aslında, o yüzden tırnak içinde. Bu sınıf yapısı, endüstriyel 'devrim'den sonra ortaya çıkan fordist üretime dayalı işlere insanları çocukluktan hazırlamak için ortaya çıkmış. Sınıfların oturma planı da fabrikaların seri üretim hattı gibi dizayn edilmiş. Başta ayakta duran öğretmen, tek otorite! Ve karşısında aynı performansı göstermesi beklenen ama daha çok da aynı şekilde davranması beklenen içleri kıpır kıpır, başlangıçta kendileri de kıpır kıpır, sıra sıra çocuklar... Eğitim denen şey çoğu zaman faso fiso. Aslında otoritenin esas hedefi davranış. Hatırlayınız efenim, sınıfa 3 dakika geç geldiğinizde mi müdür muavininin odasına gönderilirdiniz, sınavdan ortalamanın altında bir not aldığınızda mı? Gerçekten öğrenip öğrenmediğinizi mi dert ederdi öğretmenleriniz, yoksa sınıfta nasıl oturduğunuzu mu? Offf neyse, bu konuları konuştukça tadım kaçıyor. İyisi mi ben yine güzel şeylerden bahsedeyim.

Ne diyordum, evet 'geleneksel' sınıf yapısı artık tarihe karışıyor. Pek çok dizayn firması usta-çırak modeline geri dönüyor. 'Tacit knowledge"denen, anlatılmaz çaktırmadan geçer/geçirilir bilginin, sosyal pratiklerde gizli olduğunu keşfeden şirket yöneticileri, sosyal etkileşimi ön plana çıkarıyor. Bazı şirketler Dunbar'ın numerosuna uyup 150'den fazla kişi olduğu zaman yeni bir yer açıyor (bir insanın istikrarlı ilişki kurabileceği kişi sayısı 100 - 230 arası imiş, genelde 150 kullanılıyor. Buna göre sosyal networkünüzü veya köyünüzü tekrar gözden geçiriniz. Amish'ler mesela 35-40 aile oldukları zaman bölünüyorlarmış. Bu arada konuyu feci dağıttım yine :P Sanırım benim de konu ve kelime sayıma bir sınır getirmem gerekiyor. Herneyse.)

Sonuç olarak diyecektim ki, piyasa bu şekilde konuşlanırken, eğitim sektörü de bu olanlardan nasibini alıyor. Çocukları rutin işlerde çalışmak üzere yontmak artık makul karşılanmıyor. Okullara insan yığmak, problemlere yol açıyor. İşsizlilk sorunu giderek büyüyor. Artık üniversite yetmiyor, hatta master, doktora yapanlar bile bazen iş bulamıyor, post-doktora yapıyor [evet sonunda doktoranın da postunu çıkardılar]. Durum böyleyken eğitim sistemi de dönüşüyor. Aslında çok da naif bir dönüşüm değil ama farklı yaklaşmaya çalışanlar da var. Örneğin, dünyadaki alternatif dalgadan feyz alan bazı aktivistler/veliler/eğitimciler de kendi sınırlarını zorluyor ve Amerika'da 'charter school' dedikleri okulları kuruyor, Türkiye'de bu insanlar, Başka Bir Okul Mümkün deyip tüm hızlarıyla çalışıyor. Ve bu değişim geleceğe dair umut veriyor. Ve daha bu konuda yazacak çok şey bulunuyor ancak ben yine bana verilen bu temiz sayfanın sonuna gelmesem de okuycu sabrının sonuna geldiğim için bu tartışmayı şimdilik sonlandırıyor ve diyorum ki çıraklık iyiydi, iyiydi çıraklık :-)


Önemli not: Bu resim sizi aldatmasın! Çırak olan tahmin ettiğiniz minik kişi değil kesinlikle :P 

10 comments:

ycurl said...

Evren, issizlik sorun oldugu icin de pek cok kisi universiteye geri donuyor. Acikcasi ben post-docu farkli bir kategoru olarak goruyorum. Evet ucuza iscilik yapiyorsun ama kendini gelistirmen inanilmaz derecede oluyor hele de doktora da calistigin alani degistirdiysen. Bir de usta-cirak iliskisi senin doktora hocanla da var. Farketmeden de olsa onun ozelliklerini almaya basliyorsun sonra anliyorsun bunu. Ayrica evet el emegi ile yapilan islerde usta-cirak iliskisi onemli hatta bence elzem. Burada kuafor olmanin sadece 9 aylik bir sertifika programini aldiktan sonra oldugunu biliyor musun? Ve sadece 2-3 ay staj yapiyorlar deneyimli birinin yaninda o kadar. Ve burada kuafore gidersen dogru durust sac kesemezler. Ama Turkiye'de cirak buyur ustayi gecer kendisine yeni kuafor dukkani acar :) Egitim sistemine hic girmiyorum son zamanlarda lise ogrencileri ile hasir nesir oldum cocuguma home school yapma ihtimali uzerine planlar yapma pesindeyim :)))

Evren said...

Ycurl,
Haklisin! Ben konuyu tutturdugumda hocayi tutturamadigim, hocayi tutturdugumda da konuyu tutturamadigim icin biraz yabancilasmis olsam da, dedigin dogru, doktorada da var bu ciraklik olayi. Post doc'ta da kalfa oluyorsun herhalde :) Kuafor isine de katiliyorum, bir kere gittim, tam bir fiyaskoydu. Egitim sistemi konusunda da seni cok iyi anliyorum ve deme yav diyorum! Aslinda ben de istiyorum home schooling olayini ama tr.de mecburi egitim var. Siz burada kalacaksiniz gerci, bu charter school'lari bir arastir istersen. Gerci daha cok var ama bugun yazdigin gibi felaket hizli geciyor zaman...

Öykü said...

Bu okul meselesi düşündükçe gerçekten can sıkıyor.Otorite,davranış,içinden yaşam enerjisi fışkıran,yerlerinde duramayan çocukları günün 8 saati oturmaya zorlamak,seri insan üretimi gibi şeyleri ayrıntılı düşündükçe iyiden iyiye 'unschooling' taraftarı oluyor kafam.Bazen bazı şeyleri keşke hiç düşünmeseydim veya öğrenmeseydim diyorum.Bilip de yapamayınca ya da yapamayacağımı bilince daha da sıkılıyor canım.
Ama sen yine de bu konuda daha çok yaz,bayılarak okurum. :)

Öykü said...

Bu okul meselesi düşündükçe gerçekten can sıkıyor.Otorite,davranış,içinden yaşam enerjisi fışkıran,yerlerinde duramayan çocukları günün 8 saati oturmaya zorlamak,seri insan üretimi gibi şeyleri ayrıntılı düşündükçe iyiden iyiye 'unschooling' taraftarı oluyor kafam.Bazen bazı şeyleri keşke hiç düşünmeseydim veya öğrenmeseydim diyorum.Bilip de yapamayınca ya da yapamayacağımı bilince daha da sıkılıyor canım.
Ama sen yine de bu konuda daha çok yaz,bayılarak okurum. :)

es said...

ahh ahh eğitimde o kadar çok sorun var ki, içine girdikten sonra fark ettim ki, bizler tesadüf olarak eğitilmiş ve mezun olmuş ve iş sahibi olmuşuz.eğitim okullarda öğretmenlerin eğitimine, mesleki bilgisine,tecrübesine değil maalesef ki insafına,vicdanına bırakılmış durumda.
Ders kitapları çocuklara bilgileri direkt vermeyelim, sezdirelim diye dizayn edilmiş gibi görünse de ,konuyu sezdirmek yerine konuyu TEĞET geçiyor maalesef.
Çocuk sezemiyor,sınıflar sisteme küçük geliyor, öğrenci sayıları fazla,devlet öğretmenim var diye yeni öğretmen almıyor,öğretmenlerin idealleri 40 kişinin ortasında içinde patlıyor,sonra müfettiş geliyor yapılandırıcı yaklaşıma ne oldu diyor, çünkü kendisi bilemiyor yılda bir geliyor, yüksek performans bekliyor, herşeyin farkında ama nedense görmezden geliyor.
öğrenciler hala kalıplar şeklinde yetiştiriliyor..
herkes aslında herşeyin farkındayken çözümleyebilmek bu kadar kolayken neden birileri hükümetlerin egoları adına eğitimi heba ediyor anlayamıyorum..
bu konu da çoook doluyum...
Bencede başka bir okul mümkündür.mümkün kılanlar kulaklarını tıkamalı ve devam etmelidir.

Anonymous said...

evren, yazı yine çok güzel de şemsiyene bayıldım :) ben de istiyorum aynısından....

neselihaller said...

yazınız kesinlikle çok doğru...çekirdek aile olmayı desteklememe rağmen çocuklarımızın büyükannelerinden masal dinleyememesi büyük eksiklik...ben anneannemin hikayelerini hala hatırlıyorum ama çocuklarım anneannelerinin hikayelerini hatırlamayacak...Aynı şehirde bile oturmuyoruz ki....

neyse...sizi takip ediyorum :-) sevgiler

Gulcin said...

cirak olmak kesinlikle iyidir en guzel ogrenilen yoldur bence de Evrencim. Harika demissin. Deneyimden deneyime ciraklik etmekten guzel sey var mi? Ama buna siginarak is hayatinda getirilen on the job trainingin basimiza actiklarini dudununce ciraklik anlayisinin is dunyasinda gozden gecirilmesini talep ediyorum :) hani hic bilmedigin seyin basina verirler seni 10 gunun var sonra bu isin sahibi sensin diye yok o degil di mi ciraklik :) Ciraklik uzun zamana yayilir degil mi bir de aslinda secim sansi verir insana hani yapip yapamadigini pratikte gorme sansi keske o anlamiyla uygulansa is dunyasinda da. keske keske :)

bu arada ben de kutuphane kolundaydim bir ara sonra kizilay :) ama ne olursam olayim yaninda sinif baskani olurdum Evren bu durumda acaba CEO mu olacagim :) aman yarabbim :) sayende bu kasvetli gunde guldum sagol :) bir de yavrusunun mor ayakkabilarina bayildim :)
opuyorum

Anonymous said...

Evren’cim, muhtemelen biliyorsun, Alvin Toffler “dalgalarla” açıklıyor bu toplumsal değişimleri. Dediğin gibi halihazırdaki eğitim sistemi Sanayi Devrimi’nden sonra ortaya çıkmış ve endüstri çağının ihtiyaçlarını karşılamak üzere tasarlanmış bir fabrika tipi bir eğitim sistemi. Şu anki eğitim sisteminde bireysel farklılıkları mümkün mertebe törpüleyerek standard, itaatkar, bürokrasinin gerekliliklerini yerine getirebilen, merkeziyetçi ve otoriter sisteme boyun eğmiş bireyler yetiştirmek nihai hedef. Bu şekilde eğitilmiş bireyler daha sonra şirketlerde çalışmaya başladıklarında da zorluk çekmiyorlar!!! Oysa, bugün artık Toffler’ın üçüncü dalga olarak adlandırdığı sanayi sonrası toplumda çok daha farklı bir eğitim sistemine ihtiyacımız var. Bireysel farklılıkları zenginlik olarak gören, bu farklılıkların üstüne giden ve çıkış noktası bu olan bir eğitim sistemine. Geçtiğimiz ay IU’dan Charles Reigeluth konuğumuz oldu bölümde. Çok da güzel bir konuşma yaptı. Belki biliyorsun Reigeluth’un instructional design theories kitabı bu alandaki kutsal kitaplardan birisidir. Her neyse Reigeluth, eğitim sisteminde değişmesi gereken paradigmalardan bahsetti. Anlattıkları neredeyse birebir bizim Başka Bir Okul projesinde hedeflediklerimizle örtüşüyordu. Okullardaki “geleneksel” sınıf ortamlarının birer öğrenme merkezine dönüştüğü, öğrenmenin önceden belirlenmiş ve herkese uygulanan standarlara göre değil öğrencilerin öğrenme hızlarına, ilgi ve becerilerine yönelik tasarlandığı, işbirliğinin öne çıkarıldığı, karışık yaş gruplarının birlikte öğrendiği, birbirine destek olduğu bir eğitim sistemi. Hayattan kopuk değil, birebir hayatın içinde olan; başarısızığın değil farklı alanlarda başarıların altını çizen olan bir eğitim sistemi. Reigeluth ve ekibi Indianapolis’te bir okulla (ve sanırım ABD’deki başka birkaç okulla daha) birlikte çalışıyor ve böylesi bir paradigma değişiminin öncülüğünü yapıyorlar şu anda. BBOM sürecinde Reigeluth’la bağlantı içinde olmak bizim için çok önemli diye düşünüyorum ;-)

Bu arada anne-kız çok ama çok güzelsiniz! Yavrusu'mun saçlar kısacık olmuş :)

Senem (bloguna yorum bırakamadığım için mecburen anonymous olarak girdim)

Evren said...

Öykü,
Çok teşekkürler! Ben de aynen senin gibi düşünüyorum... Burada home-schooling yapan 10 yaşında bir kızla konuşmuştum, birlikte djembe atölyesine katılıyorduk. Neler öğreniyorsun diye sordum. Bana ne kadar iyi bir aşçı olduğundan, çok güzel ekmek ve kek pişirdiğinden, şimdilerde cookie yapmayı öğrenmek istediğinden, yakında kasabada bunu çok iyi yapan bir kadından öğreneceğinden bahsetti. Önce çok şaşırdım. Vay be dedim, ben bile bu yaşımda övünerek çok iyi bir aşçıyım diyemiyorum. Sonra düşündüm aslında öyle olsam bile diyemezdim, çünkü benim yetiştiğim kültürde 'matah' bir şey değildi, çocuklar mutfağa bulaştırılmaz, onların içeride odalarında ders çalışmaları gerekirdi. Bu kıza çok özendim, kendine güveni çok hoşuma gitti. Umarım ben de böyle bir kız yetiştirebilirim.

Es,
Seni çok iyi anlıyorum. Dediklerine katılıyorum. O müfredattan bazı şeyleri ancak 5 kişilik kulüp çalışmasında uygulayabilmiştik. Ve ortaya gerçekten çok güzel şeyler çıkmıştı. Dediğin gibi, kulaklarımızı tıkayıp devam etmeliyiz. Senin çocuklarınla çok güzel şeyler yaptığına inanıyorum. Daha da güzel olacak :)

Anonymous,
Şemsiye işi tamamdır ;)

Neselihaller,
Çok teşekkürler! Siz şanslıymışsınız, benim hiç öyle bir deneyimim olmadı. Sizinki gibi aynı şehirde değildik çoğu zaman. Şimdi bu koşullar altında elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz, çalışacağız, bakalım...

Gülçin,
Evet CEO olacaksın! Ben de sınıf başkanıydım çoğunlukla, ben de kütüphane müdürü olurum belki :P Çıraklık işi için de patronlarına söyle öyle 10 günde olmaz o işler :P Seni işin jedisine göndersinler, bir süre unutsunlar. Bu arada işin jedisi kim biliyorsun! ;)

Senemcim,
Bilmiyordum. Çok teşekkürler bu aydınlatıcı bilgiler için! Biz Eric Stolterman'ın Design Theory dersinde okumuştuk epey. Ama senin kaynaklar BBOM için çok daha iyiymiş. Çok sevindim Reigeluth ile bağlantı içinde olduğunuza :) Böyle alternatif eğitimciler geleceğe dair çok heyecanlandırıyor beni :)